
İmamoğlu'nun Siyasi Geleceği Borsayı Nasıl Etkileyecek?

Siyasetin ve ekonominin birbirinden nasıl etkilenebileceğini, yatırımcıların perspektifinden değerlendirmek istiyorum. Unutulmamalı ki siyaset, piyasanın yalnızca bir parçasıdır ve borsanın dili daha farklı konuşur.
Tarih boyunca siyaset ve ekonomi arasındaki ilişki, zaman zaman kılı kırk yaracak kadar hassas bir denklem olmuştur. Büyük siyasi değişimler, devrimler ya da krizler çoğu zaman piyasalarda bir tedirginlik dalgası yaratır. Ancak bu dalgaların derinliği ve kalıcılığı her zaman sandığımız kadar etkili olmaz. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Fransız Devrimi'nden başlayarak, 1929 Büyük Buhranı'na, hatta 2008 küresel finans krizine kadar pek çok olayda yatırımcılar önce paniklemiş, ardından ekonomik güvenceler tekrar sağlandığında piyasalara dönmüşlerdir.
Napoleon'un söylediği gibi, "Para korkaktır."
Sermaye, belirsizliğin olduğu yerden hızla uzaklaşır. Ancak burada genellikle yanlış anlaşılan bir nokta var: Bu korkunun kaynağı, bir ülkedeki adaletin genel durumu değil; mülkiyet güvencesi, yatırım haklarının korunması ve ekonomik düzenin öngörülebilirliğidir. Adaletin geneliyle ilgili tartışmalar, sermayenin davranışını şekillendirmez; önemli olan, yatırımcıların kendilerini güvende hissedip hissetmediğidir.
Ekrem İmamoğlu'nun hakkında başlatılan soruşturma, Türk siyasetinde büyük yankı uyandırdı. Özellikle gençler arasında hatırı sayılır bir taraftar kitlesi olan İmamoğlu, sosyal medyayı aktif kullanması ve samimi üslubuyla dikkat çekiyor. 2019'da İstanbul'u iki kez kazanması ve belediyecilik anlayışı, onu Türkiye siyasetinin en çok konuşulan isimlerinden biri yaptı.
Peki bu tür siyasi gelişmeler, piyasaları gerçekten etkiler mi?
Geçmişte benzer olayların izini sürmek bize ilginç ipuçları veriyor. Beşiktaş ve Esenyurt Belediye Başkanlarına yönelik soruşturmalar, kayyum atamaları…Tüm bu olaylar medyada geniş yer buldu, tartışıldı ama borsada kalıcı bir iz bırakmadı. Çünkü yatırımcıların asıl baktığı nokta başka. Örneğin bir özel şirkete kayyum atanması ya da mal varlığına el konulması, işte bu bambaşka bir hikaye. Böyle durumlar piyasaları gerçekten sarsar.
Çünkü yatırımcının en çok önemsediği şey, parasının güvende olup olmadığı.
Bu açıdan bakınca, dünyanın en büyük ekonomilerinden Çin'in hikayesi oldukça ilginç. Orada neler olmuyor ki? Her gün bir yerel yönetici ya da üst düzey bürokrat yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınıyor. Ama Çin'e akan sermaye durmuyor. Hindistan, Körfez ülkeleri ya da Güney Amerika'da da benzer bir durum söz konusu. Adalet sistemleri bizim anladığımız anlamda mükemmel değil. Ancak bu ülkeler, sermayeye güvence sağlayarak, yatırımcıları kendilerine çekmeye devam ediyor. Bu noktada, demokrasinin önemini göz ardı ettiğim ya da demokrasiye karşı olduğum gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Tam aksine, demokrasinin, güçlü ve sağlıklı bir ekonomik düzenin temel taşlarından biri olduğuna inanıyorum.
"Bir ülkede adalet yoksa sermaye oraya yatırım yapmaz" sözü de sık sık yanlış anlaşılıyor.
Burada kastedilen adalet, aslında mülkiyet güvencesidir. Yatırımcı için önemli olan, sahip olduğu varlıkların koruma altında olup olmadığı ve ekonomik düzenlemelerin keyfi bir şekilde değişip değişmeyeceğidir. Ekrem İmamoğlu'na yönelik soruşturmanın siyasi yansımaları olabilir. Ancak borsa bu duruma tepkisini büyük ölçüde sınırlı tutacaktır. Çünkü piyasa, çoğu zaman siyasetin gürültüsünden ziyade, ekonomik gerçeklerin sessiz ama etkili şekillendirdiği bir alan olmayı sürdürür. Hükümet, isterse tüm belediyelere kayyum atasın.
Eğer mülkiyet güvencesi ve düzenleyici çerçeve sağlamsa, sermaye yine gelir.
Yatırımcılar, siyasi fırtınalardan çok, ekonomik istikrar ve öngörülebilirlik arar. Ekrem İmamoğlu soruşturması gibi olayların piyasalara etkisi bu nedenle sınırlı kalacaktır. Uzun vadede asıl odaklanılması gereken, ekonomik dinamiklerin ne yönde şekilleneceğidir.