İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında devam eden yargı süreci ve kamuoyuna yansıyan olası tutuklama veya kayyım atanması ihtimali, yalnızca siyasi gündemin değil, ekonomi cephesinin de merkezine oturdu. Özellikle son haftalarda piyasada oluşan belirsizlik ortamı, Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlerin toplam piyasa değerinde ciddi bir erimeye yol açtı. Son verilere göre, bu süreçte borsadaki şirketlerin değeri yaklaşık 37 milyar dolar (yaklaşık 1 trilyon 404 milyar TL) azaldı.
Bu rakam, Türkiye sermaye piyasaları açısından tarihi bir uyarı niteliğinde. Zira söz konusu değer kaybı, pandemi döneminde yaşanan düşüşten bile daha büyük.
COVID-19 Döneminden Daha Derin Bir Kayıp
Mart 2020’de COVID-19 pandemisinin Türkiye'de ilk vakalarının görülmesiyle birlikte, Borsa İstanbul da küresel piyasalarla birlikte sert bir şekilde düşmüştü. Söz konusu süreçte, Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlerin toplam piyasa değeri yaklaşık 23 milyar dolar gerilemişti.
O dönemki düşüş, tüm dünyayı etkileyen bir sağlık krizinin doğal sonucu olarak görülürken, bugünkü düşüş ise tamamen iç siyasi gelişmelerin etkisiyle oluştu. Bu da yatırımcılar nezdinde çok daha rahatsız edici bir tabloyu ortaya koyuyor: Türkiye'deki siyasal süreçler, ekonomik istikrarın önüne geçmeye başladı.
Siyasi Belirsizlik Ekonomik Güveni Aşındırıyor
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen siyasi nitelikli yargı kararları, toplumda geniş bir kesim tarafından hukukun siyasallaşması olarak değerlendirilirken, uluslararası yatırımcılar açısından da “yönetilebilirlik riski” anlamına geliyor. Özellikle kayyım iddialarının yeniden gündeme gelmesi, Türkiye’de yerel yönetimlere dair demokratik standartların sorgulanmasına yol açtı.
Bu gelişmelerin ardından yabancı yatırımcılar, Türkiye piyasalarına dair pozisyonlarını gözden geçirmeye başladı. Risk priminin yükselmesi, CDS oranlarında artış, Türk lirasının değer kaybı ve borsada yaşanan çıkışlar, bu güven erozyonunun ekonomik sonuçları olarak kendini gösteriyor.
Piyasalarda Güven, Rakamların Önündedir
Sermaye piyasalarında en çok aranan unsur belirsizlik değil, öngörülebilirliktir. Yargıya olan güvenin sarsıldığı, demokratik işleyişin zedelendiği, merkezi yönetimle yerel idareler arasında sert restleşmelerin yaşandığı bir ortamda ekonomik göstergelerin sağlıklı kalması mümkün değildir. Bugün yaşanan 37 milyar dolarlık değer kaybı, yalnızca rakamsal bir erime değil; yatırımcı nezdinde Türkiye’nin geleceğine olan güvenin ciddi biçimde sorgulandığının göstergesidir.
Piyasalar, faiz oranlarından, bilanço büyüklüklerinden ya da kur hareketlerinden önce “güveni” fiyatlar. Eğer siyasi atmosferdeki gerilim tırmanırsa, bu sadece kısa vadeli dalgalanmalara değil, kalıcı sermaye çıkışlarına neden olabilir.
Siyasi Müdahalenin Ekonomik Bedeli
Pandemi gibi küresel bir krizin yarattığı çöküşten bile daha ağır bir piyasa kaybının, doğrudan iç siyasi gelişmelerden kaynaklanması, Türkiye’nin ekonomik kırılganlıklarının ne kadar derinleştiğini gözler önüne seriyor. Bu tablo, sadece ekonomik değil, yönetişim krizinin de bir yansımasıdır.
Türkiye ekonomisi, istikrar ve güvene her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Demokrasi, hukuk ve adalet gibi evrensel değerlerden uzaklaşmak, artık yalnızca bir iç mesele değil; doğrudan ekonomik maliyet üreten bir risk faktörüne dönüşmüş durumda.